Winter Light /nattvardsgästerna [film]

Ingmar Bergman'ın filmini ilgi ve imdb'deki 8.4 puanını da göz önünde bulundurarak büyük bir beklentiyle izlemeye başladım...

İsmi dilimize "Kış ışıkları" olarak çevrilen filmi seyretmeyi istememdeki esas neden ise; ünlü yönetmen Tarkowski'yle yapılan bir röportajda en iyi on film içinde bu filmi de saymış olması.

Fakat ne yalan söyleyeyim, bu filmi seyrettikten sonra Tarkowski'nin listesindeki diğer filmlere biraz daha temkinli yaklaşmam gerektiğini düşünmeye başladım, çünkü bu filmi hiç de abartıldığı kadar olağanüstü bulmadım.

Tamam, hakkını da yemeyelim bu film tam 50 yıllık bir yapım ve zamanı içinde değerlendirmek gerekiyor. O zamanlar “bu filmde anlatılanları düşünmeye sevk edecek bir şeyler içeren” bir film yapmak büyük cesaret ister, bunu kabul ediyorum ama zaman o kadar değişti ki bu film artık bir dönüm noktasına işaret eden müzelik parça olmuş.

Film; zamanında "inancı sorgulama" gibi uç noktadaki bir konuyu işlemesiyle ilginç ve örneği az olan bir film olabilir ama günümüz sinema izleyicisi için çok sıkıcı, uzun ve (bence) gereksiz sahnelerle dolu. (Filmin açılışında yarım saat boyunca süren kilisedeki töreni kaç kişi sıkılmadan izleyebilir bilmiyorum.)

[Bergman, ailesinin isteği doğrultusunda dinle fazla haşır neşir olmuş, kiliselerdeki ikonalardan fresklerden etkilenip dünyayı, kainatı ve var oluşu sorgulamaya yatkın karakteri olan karamsar bir sanatçı. Bu filminde ve diğerlerinde devamlı bir şüphe ve sorgulamayı her zaman görebilirsiniz ama filmde (filmin ismini aldığı) ne Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi’nin coşkusu var ne de felsefi ağır durumlar... Hele hele bir sahnedeki karşılıklı konuşmalarda Papaz Tomas’la fikir yarıştıran zangoçun aynen Notre Dame’ın Kamburu’ndaki Quasimodo gibi kambur olması beni filmden iyice soğuttu...]

Neyse işte, filmi seyrettim; çok durağan, sıkıcı ve yavaş buldum. Hele ki anlatmaya çalıştığı inançtan kuşku duymayla ilgili kafanızda dolaşan sorular yoksa sabredip tamamını izleseniz de ilginç gelecek bir yanı yok.

Gelelim konuya;
Ailesinin isteğiyle din adamı olan Papaz Tomas, karısının ölümünden sonra bunalıma girmiş, kendini yalnız hissetmesiyle birlikte boşluktaymışçasına tutunacak bir şeyler aramaya yönelmiştir. Çevresindeki kadınlardan biriyle yalan yanlış, düzgün işlemeyen bir gönül macerası da onu bu sıkıntılarından kurtaramamış, yalnızlığını, hayatı ve en önemlisi de inancını sorgulamaya başlamıştır.

Her şey insanın kendi kendine uydurduğu bir yanılsama mıdır, yoksa insan "yaratıcıyı" göremediği için inancını kaybetmeye meyilli güçsüz bir yaratık mıdır? Bunu sıradan bir insan kendi kendine sorabilir ama peki ya bir din adamı bu meseleyi nereye kadar sorgulayabilir?

Film, bunu din adamının sevgilisiyle arasındaki konuşmalarda en ileriye götürüp din adamının ikilemlerini ortaya döktükten sonra aşk ve işle ilgili yapılacak bir şey kalmadığı için aynen hayatına devam edenleri de seyirciye örnek olarak gösterip bitiyor.

Günümüz için sıkıcı ve sıradan bir film olmakla beraber, bir iki ağır diyaloğuyla “çok eski ve ağır filmleri, bir iki sahne bir iki konuşma için” seyredebilenler belki dikkate değer bulacaklardır ama ben bu film için hiç kimseye asla “Aman şöyle bir film var, seyret bak, çok güzel!” demem, siz de uzak durun. Ama ben 70 yaşındayım böyle filmleri severim, ölmeden önce göreyim diye ısrar ederseniz siz bilirsiniz, zaten seyrettiğiniz son film olur o ayrı :)