Mutluluk “beklemek”teymiş...

Bekleyiş... Bir şeyi beklemek insanoğlu için sıkıcı ve en zor şeymiş gibi görünse de mutluluğun en büyük kaynağıymış. (Hatta verilen örneklere bakacak olursak bu neredeyse bütün canlılar için de bu şekildeymiş.)

Eduardo Punset köpeğine yemek vermek için hazırlık yapmaya başladığında bahçeden kendisini mutfaktayken gören köpek camlara zıplıyor sağa sola koşup duruyor ve hazırlanan mama kabını alınca da mutlulukla hepsini yiyormuş.

Ama kabı daha önceden hazırlayıp da köpek farketmeden bahçenin bir kenarına bırakıverirseniz hayvan o kadar da neşelenip hoplayıp zıplamıyormuş.

Bu örnekte dikkat edilecek esas nokta, hayvanın beklentiyle birlikte dopamin salgılayıp bunun sayesinde mutluluk hissini yaşaması. Beklemediği anda birden önüne çıkan ödül ya da yemek, hayvanları o kadar da mutlu etmiyormuş.

Nöroloji Bilimleri Profesörü Robert Sapolsky, yapılan deneylerle bir laboratuvar faresini eğittiklerini açıklıyor; farenin kafesinde mekanik bir kol var, bir ışık yandığında arkaya yem dolduruluyor ve fare ışığı görünce koşa koşa gidip kolu hareket ettiriyor ardından hooop yemler kafese geliyor.

Bu fareyi incelediklerinde Sapolsky şunu görüyor, fare yem almak için kolu hareket ettirdiğinde yeme ulaşınca değil, bu sistemin devreye girdiğini söyleyen ışık yandığı zaman dopamin salgılanıyor.

Yani fare; Yaşasın, yaşasın. Bu ışığı biliyorum, yemi veren kolu biliyorum, ona basabilirim, bak bu şahane olacak, işte, tam üstündeyim, kontrol bende... diyerek seviniyor. Ama bu sevinç sistemin başlangıç anında yaşanıyor, yani ödül alacağının söylendiği o ışığın yandığı anda... (yemi alınca mutluluk hormonu olarak bilinen dopamin seviyesi daha düşük seviyelere iniyor.)

Fakat gel zaman git zaman bu şekilde yaşayan fare artık ışık yandığı anlarda eskisi kadar mutlu olmuyor, çünkü ne olup bittiğini öğrenmiş, sistemin nasıl çalıştığını çözdüğü için beklentisini sevince dönüştüren bu olayı yaşaya yaşaya duygusal olarak ilk başlarda hissettiği kadar mutlu olmamaya başlamıştır.

Laboratuvar görevlileri bu durumu değiştirmek için ışığın her yandığında yem koyma yerine bazen koyup bazen koymamaya başlamışlar. Fare bu sefer sonucu bilemediği için yine en baştaki mutlu beklenti içine girmeye başlamış; en başta “Yaşasın ışık yandı yem verecekler!” durumu “Acaba bu sefer yem var mı?” beklentisine dönüşmüş. Başta bilinen kesinlik, yerini belirsizliğe bırakınca olayı sonuna kadar takip etmek olayın kendisinden daha önemli olmaya başlamış.

Bu beklentinin en iyi ayarlanmış durumu ise %50’ymiş. Yani en iyi belirsizlik durumu yarı yarıya olan koşullarmış. Daha kötü olan %25’lik ödüllendirme ile daha çok ödül içeren %75’lik olasılıklarda ya ödülden vaz geçiliyor ya da ödül sıklığından dolayı beklenti daha az olduğu için mutluluğun oranı düşüyormuş.

Kısacası, güzel bir şeyler olabileceği beklentisiyle yaşamak ve bu beklentinin gerçekleşebilme olasılığının %50 civarında olması, %100 gerçekleşecek olan ve kolayca elde edilen şeylerden daha fazla mutluluk elde edildiği bilimsel olarak da ispatlanmış...

(bu konuyu Eduardo Punset’in Hayat Kitabı’nda Robert Sapolsky ile yapılan röportajda okuyup buraya özetleyerek aktardım, kitabın tanıtımını daha önce yazdığım konularda bulabilirsiniz.)